JACK LONDON ALKOLİK YAZAR OLUNCA

 JACK LONDON                                   ALKOLİK YAZAR OLUNCA

Jack London, “ Bir Alkoliğin Anıları”,  Otobiyografik Roman, Alfa Basım Yayım Dağıtım, Birinci basım Kasım 2015, Çevirmen Osman Çakmakçı

Osman Çakmakçı; Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji, İstanbul Üniversitesi’nde felsefe okuyan, pek çok klasik eseri dilimize kazandıran  bir çevirmen aynı zamanda şair ve yazardır. İyi bir çeviri, kitabın anlam bütünlüğü ve edebi değerini koruması açısından tartışılmaz önem taşır.

         Dilin yanında edebiyat ile metnin anlattığı kavram ve fikirlere de aynı derecede hakim, yetkin  bir çevirmenden eseri okumak ayrıcalıktır. Bunu belirterek, çevirmenin emeğine saygıyla yazıya başlamak istiyorum.

Jack London, ülkemizde seksen yılı aşkın bir süredir, büyük bir ilgiyle takip edilen, farklı türde yetmişten fazla eseri, birçok dile çevrilen, Yirminci Yüzyıl Amerikan edebiyatının gerçekçi ve doğalcı akımın oluşumunda önemli rolü olan  evrensel bir yazardır.

London, Amerikan edebiyatı tarihi içerisinde toplumsal gerçekçi anlayışı benimseyen ilk yazarlardan biridir. Kapitalizmin yıkıcı küresel etkileri, sınıf çatışması, yoksulluk, açlık ve adalet gibi sosyal konular üzerinde yoğunlaşmış, içinde yaşadığı çağın ve toplumun genel eğilimlerine yakın bir yazınsal anlayışı benimsemiştir.

Sosyalist dünya görüşünü benimseyen Jack London, kapitalizmin yoksullaştırarak, sosyal hayattan izole ettiği halk kitlelerinin yaşantısını, alkole karşı konulmaz yakınlığını natüralist yazarlara özgü gözleme dayalı olarak anlatmaktadır.

London, kadınların oy hakkının olmadığı, kölelik düzeninin etkilerini sürdürdüğü dönemde, Amerikan toplumunun  içinde yetişmiş bir yazardır. Yazarın hayatı, romanlarıyla birebir ilişki içindedir.

Jack London bu romanda, alkol sorununa dikkat çekerek, ekonomik güçlükleri olan alt sınıfın ortak özelliklerini, yozlaşmış ahlaki değerlerini gösterir.

Yazarın içinde yaşadığı topluma ve çağına karşı duyarlılığı temellendiren esas öğe, mensubu bulunduğu sınıfın ve sosyal çevrenin etkisi altında biçimlenen bakış açısıdır.

Jack London’ın 1913 yılında yazdığı “Bir Alkoliğin Anıları” adlı  otobiyografik romanda, ömür boyu peşini bırakmayan içki ile olan mücadelesi anlatılmaktadır.

Romanın karakter tahliline başlamadan önce, yazarın yaşadığı dönemin, siyasi, ekonomik, kültürel ve ahlaki   özellikleri yanı sıra, bir karakterin oluşumunda etkili olan aile, çevre ve içinde yaşadığı topluma bakmanın da aydınlatıcı olacağını düşünüyorum. Bu yüzden, Jack London’ın romanları kadar ilginç yaşam öyküsünü de sizlere aktarmak istiyorum. 

John Griffith London, 12 Ocak 1876 yılında Amerika’nın Kaliforniya eyaletinin San Francisco şehrinde dünyaya gelmiştir. Babasının gerçek kimliği konusunda kesin bir belgeye ulaşılamayan Jack London’ın annesi Flora Wellman Chaney, müzik öğretmenidir. Annesi Flora Wellman Chaney ve John London’ın evlendikleri gün henüz sekiz aylık olan Jack London, bu andan itibaren gerçek bir baba sevgisine kavuşmuş olmasına rağmen babasının gerçek kimliğini asla öğrenememiştir. Yaklaşık olarak on dört yıl boyunca John London ismini kullanmış olan Jack London, evde Johnny olarak çağrılmış, daha sonraları tüm dünyanın tanıdığı Jack London ismini almıştır.

Jack London’ın, Amerika’da astroloji biliminin gelişmesine öncülük eden avukat ve gazeteci William Chaney’in, annesi Flora Wellman’la yaşadığı evlilik dışı ilişki sonucu dünyaya geldiği düşünülmektedir. San Francisco’da yayınlanmakta olan Chronicle gazetesinin 4 Haziran 1875 tarihli sayısında neşredilen haberde, William Chaney’in, Flora Wellman’ın kendisinden taşıdığı bebeği aldırmasını istemesi üzerine Wellman’ın, bunu reddederek intihar teşebbüsünde bulunduğu kaydedilmiştir. Habere göre Flora Wellman, öncelikle afyon tentürü içmiş, daha sonra da silahı alnına dayayarak ateşlemiş, ancak tabancadan çıkan kurşun, derisini sıyırmış, ciddi bir zarar vermemiştir. Flora Wellman, arkadaşlarının yardımıyla kurtarılmış fakat akabinde bunalıma düşerek, bir süre tedavi görmüştür. 1906 yılında San Francisco depreminin ardından  çıkan büyük çaplı yangınlarda, Jack London’ın geçmişi hakkındaki resmî kayıtlarda yok olmuştur. Doğumdan kısa bir süre sonra annesinin rahatsızlığı sebebiyle, London’ı Virginia Prentiss isimli eski bir köle büyütmüştür. Jack London, asıl soy isminin London olmadığını ancak 1897 yılında, annesinin eski hatıralarını sakladığı ahşap kutunun içinde gördüğü, Flora Wellman ve John London’ın evlilik sertifikasını okuduğu zaman öğrenebilmiştir.

Jack London, Virginia Prentiss’in yanında yaklaşık sekiz ay kaldıktan sonra, ailesinin yanına geri dönmüştür. Ailesinin taşındığı kiralık ve ipotekli evler, aynı zamanda Jack London’ın çocukluk yıllarında yaşadığı yoksulluk ve mutsuzluğa da tanıklık etmiştir. London, ailesi ve üvey kız kardeşi Eliza London ile birlikte yaşamaya başlar. Aynı dönemde kız kardeşi Eliza ile birlikte ciddî bir difteri salgınına yakalanıp, ölümden döndükten sonra ailesi Oakland’a yerleşir. Ancak çok geçmeden, Amerika’nın Kaliforniya eyaletine bağlı Alameda’ya taşınırlar. İlkokula buradaki West End School’da başlar.

Kendisiyle aynı okulda öğrenim gören sekizinci sınıftaki  üvey kız kardeşi Eliza, ilkokula yeni başlayan Jack London’ın yanında daima okuyacak bir kitap taşıdığını akrarır. London, ihtiyaç duyduğu anne sevgisini de Eliza’dan almaktadır.

         Özellikle Oakland’da geçen çocukluk yılları, Jack London’ın kişiliğinin olgunlaşmasında belirleyici rol oynar. Bu dönemde beyaz teni, mavi gözü ve kıvırcık saçlarıyla çizdiği güzel portrenin aksine, henüz dokuz yaşında iken sokak kavgalarına katılan, dövüş sanatının inceliklerini öğrenen bir çocuk olarak yetişir. Bir yandan da, Oakland Halk Kütüphanesi’nden ödünç aldığı  seyahat, tarih ve macera kitaplarını okumaya başlar.

Jack London, Franklin Okulu’na devam ettiği sırada, ailesinin şehrin en yoksul bölgelerinden West Oakland’a taşınmak zorunda kalmasıyla, birkaç sent kazanabilmek için gazete satıcılığı ve benzeri işlerde çalışır, sokak çetelerine katılır. On bir yaşına geldiğinde, buz vagonlarında yardımcılık, piknik alanlarını süpürme gibi işlerde çalışırken, bir yandan da Cole Gramer Okulu’na devam eder. Jack London, 1889 yılında, henüz on üç yaşında iken Oakland’daki  Hickmott Konserve İmalathanesine işçi olarak girer. Saati on sent karşılığında günde asgari on iki saat, çoğu kez de on sekiz saat çalışmak zorunda kalır. Bunun kölelik anlamına geldiğini düşünerek, kısa bir süre sonra bu işten ayrılır.

Bir dönem bakımını üstlenmiş olan Virginia Prentiss’ten aldığı borçla, French Frank isimli bir istiridye korsanından Razzle-Dazzle adlı şalopayı satın alır.

1893 tarihinde on yedi yaşına girdikten sonra, Sutherland isimli uskunaya (İki veya üç direkli gemi) tayfa olarak yazılır ve bu uskunayla Japon adalarına gider.. Japonya yakınlarındaki bir tayfunu anlatan haberiyle gazetecilik ödülü kazanır. Jack London, Yirminci Yüzyılın başlarında Amerika’da güçlü bir sektör haline gelen dergilerde yazarlık yaparak, geçimini sağlamaya başlar

London, 1897 yılında Oakland Lisesi’ne girer. Okulun dergisi Aegis’te yayınlanan ve iki bölümden oluşan “Bonin Adaları” adlı makalesi, ilk eseri olur.

Yazar;  Marx, Engels, Nietzsche ve Spencer gibi düşünürlerden etkilenir ve aynı yıllarda sosyalizmi dünya görüşü olarak benimser. Jack London, 1896 yazını Berkeley Üniversitesi’ne girmek için ders çalışarak geçirir ve başarılı da olur. Ancak maddi olanaksızlıklar yüzünden, bir yıl sonra okulu bırakmak zorunda kalır. Bu süreçte, bir hintkeneviri fabrikası ve bir elektrik santrali de dahil olmak üzere, düşük ücretlerle çeşitli işlerde çalışır.

Jack London, 1897 yılında  kayınbiraderi James Shepard ile birlikte, Klondike’a altın aramaya gider. Oradaki sert iklim koşulları ve açlığın yol açtığı, daha çok denizcilerde görülen iskorbüt hastalığına yakalanır, diş etleri şişer, ön dişlerinden dördünü kaybeder ve  oldukça şiddetli eklem ağrıları çeker. Durumu  ağırlaşınca, Dawson City’ ye götürülür. Orada ‘Father Judge’ olarak anılan bir cizvit rahibi, onun bakımını üstlenir. Burada, 1897 kışını okuma, yazma çalışmalarıyla geçirir ve gerçek yazar kimliğinin temellerini atar. 

Jack London 1900 yılında, yazarlık kariyerinin gelişim evrelerine tanıklık eden kız arkadaşı Bessie Madern ile evlenir, bu evlilikten Joan ve Becky isimli iki çocukları olur. 1904 tarihinde, yaşam tarzları ve mizaçları arasındaki farklılık nedeniyle boşanırlar. London daha sonra, “ruh ikizi” olarak tanımlanan Charmian Kittredge ile ikinci evliliğini yapar.

1906 tarihinde San Francisco’daki deprem ve ardından yaşanan büyük yangında, Kaliforniya eyaletinde binlerce kişi hayatını kaybeder. Jack London’a ait resmî belgelerin önemli bir bölümü de bu yangında yok olur. Jack London ve eşi Charmian Kittredge de, bu depremi  yaşayanlar arasındadır.

1907 yılında yelkenlisiyle küçük çaplı bir dünya turuna çıkan Jack London ve Charmian Kittredge, önce Hawaii’nin başkenti Honolulu’ya giderler.  Jack London, olgunluk çağının en yetkin edebi eseri olarak değerlendirilen otobiyografik karakterli romanı “Martin Eden”i  burada yazmaya  başlar. Martin Eden, London’ın tanınan bir yazar olma ideali doğrultusunda verdiği mücadeleyi ve yaşadığı aşkı anlatır.

Jack London, hayatının son altı yıllık sürecini, Kaliforniya’nın Glen Ellen bölgesinde  bulunan ‘Beauty Ranch’ isimli çiftliğinde geçirir. Uzak coğrafyalarda, yıllar süren maceralı yolculuklarından yorgun düşen yazar, çiftlikte sakin bir yaşamı tercih eder.

Yoksulluğun içinden gelen London, ekonomik açıdan refaha ulaşınca; Sosyalist işçi  gazetelerine, Birinci Dünya Savaşı’nda iki oğlunu kaybeden Avustralya’lı bir anneye, ihtiyacı olan arkadaşlarına parasal yardımda bulunur.

London’da, 1916 yılında üremi hastalığı  görülür. Maddi açıdan refaha kavuştuğu bu dönemde, sağlığı giderek bozulur. Komaya giren ve kırk yaşında iken hayatını kaybeden yazarın odasında, doktor Allan Thomson, boş morfin ve atropin sülfat şişeleri bulur. Bu durum, Jack London’ın ölüm sebebinin morfin zehirlenmesi olabileceği ihtimali üzerinde durulmasını neden olur. Cesedi, Eliza isimli arkadaşına bildirdiği vasiyete uyularak, Oakland’a götürülüp yakılır. Jack London’ın ölümü hakkında çelişkili görüşler vardır. Eski kaynaklarda intihar ettiği iddia edilirken, doktorların hazırladıkları raporda; asıl ölüm sebebinin böbrek yetmezliği olduğu yazılıdır. Jack London’ın, acılarını hafifletmek için bilinçli biçimde aşırı dozda morfin kullanmış olabileceği düşünülmektedir.

London’ın külleri; Kaliforniya’nın Glen Ellen bölgesindeki Jack London Eyalet Tarih Parkı’nda gömülüdür.

“ Bir Alkoliğin Anıları” 1913 yılında, günümüzden yüz üç yıl önce yazılmış olmasına rağmen, klasik ve ‘kanon’a giren bir eser olarak, içerik ve dil açısından önemini korumuştur. Teknolojik gelişme, zamanın kaybediciliği; sosyolojik ve psikolojik davranışların toplumsal ve bireysel benzerliklerini yok edememiştir.

Romanın anlatıcı kişisi kahramandır, bu kahraman da yazarın kendisidir. Yazar, olay örgüsünün akışına etkin biçimde müdahil olma eğilimindedir. Tecrübe ve gözlemlerin aktarıldığı, otobiyografik anlatı türü kullanılan bu klasik roman, yapı ve içerik bakımından karmaşık değildir. İçkinin yani John Barleycorn’un  düşünceleri olarak adlandırılan “beyaz mantık”, roman kahramanı yazar ile iç monolog tekniği  ile konuşturulmuştur.

Jack London, “Bir Alkoliğin Anıları” adlı romanda,  kendisine eşlik eden bir kahraman olan içkiyi ve ayyaşlığı John Barleycorn olarak adlandırarak, onu kişileştirmiş, ‘ bir nesne ve metafor karakter’ yaratmıştır.”

“Bir Alkoliğin Anıları”, Jack London’ın  alkolle olan deneyimlerini, nesne karakter John Barleycorn üzerinden anlattığı otobiyografik bir romandır. Bu romanda, yazarın gerçek hayatı, kurgusal bir bütünlük içinde anlatılmıştır. Alkolün, erkek dünyasında ifade ettiği anlamlar, aynı zamanda romanın ana temasını da oluşturmaktadır. Yoksulluk ise bu romanda bir yan temadır. Yoksul bir ailede doğan London, içkinin ahlaki olarak kabul gördüğü ve kolayca ulaşıldığı bir çevrede doğmuş ve yaşamını sürdürmüştür.

Yazar, bireysel ve toplumsal olarak, kapitalizmin yıkıcı etkisini, John Barleycorn üzerinden anlatmaktadır. London romanda, gelişim kuramını benimseyen bireyci anlayışı, kendisi üzerinden karakterize etmektedir.

Romanda; her  gün bin kelime yazı yazma, şeker sevgisi defalarca tekrarlanan leitmotifler olarak karşımıza çıkar.

Bir Alkoliğin Anıları”ndaki tipler; tek yönlü, yalınkat, yazarın kendisi gibi, Pub sahibi yardımsever Johnny Heinhold gibi olumlanan ya da French Frank gibi  olumsuzlanan düz karakterlerdir. Bunlar; kolayca iyiler ve kötüler olarak sınıflandırılabilir.

Jack London, bu romanda canlı bir kişilik ve sahici bir tiptir.

Yan Karakterler:

Nelson, hem romanın baş kahramanı yazarın iş ortağı ve arkadaşı, hem de John Barleycorn’un dostu. İstiridye korsanlarının en cesur ve yeteneklisi olarak nam yapan Nelson, rüzgarlı havalarda dahi yelken açmayan, son anda dümeni çevirip, teknenin burnunu çarpmaktan kurtaran usta bir denizci. Maceracı, aktif, bağımsız, gözü kara ve kavgacı. Nelson bu  özelliklerinin yanı sıra, kendisine güveni tam, çok güçlü, herkül vücutlu, mert, dürüst ve güvenilir bir roman tipi, yirmi iki yaşında vurularak öldürülüyor.

Whisky Bob:  Yazar on dört yaşında iken, on altı yaşında olan  Whisky Bob ile tanışıyor ve Razzle Dazzle adlı teknesinde onu tayfası yapıyor.Uyumlu, İyi yürekli, cömert, safdil, yalınkat roman tiplerinden biri.

Johnny Heinhold; Uyumlu, iyi huylu, yardımsever, mert, anlayışlı, fedakar bir tip.

French Frank: Kavgacı, uyumsuz, kindar, düzenbaz, güvenilmez, alkolik bir tip.

Bir Alkoliğin Anıları”ndaki tiplerin ortak özellikleri; yoksul, alt sınıf, içkici, kavgacı, suça meyilli, gözü kara, cesur, yalınkat düz karakterler olmalarıdır.

Jack London, içki ile ilk kez beş yaşında tanışır. Tarlada çalışan babasına bir kova soğuk bira taşırken, kovanın ağırlığından kurtulmak için kafasını daldırıp köpüklü birayı içmeye koyulur, tadını da sevmez ama denemeye devam eder. İyice azalan bira kovasıyla tarlaya vardığında, dayanamaz çift süren atların önüne düşer, babası tarafından ezilmekten son anda kurtarılır. Uzun süre kendine gelemez, hasta yatar ve o zaman, biranın çocuklar için olmadığına karar verir.

Çok safdil bir çocuk olan London’ın, Barleycorn ile ikinci kez sınanışı, yedi yaşında gerçekleşir. Annesinin; İtalyan erkeklerine güven olmaz, insanı sırtından bıçaklarlar sözündeki mecazı, gerçek anlamında düşünerek, İtalyan çiftliğinde ona sürekli şarap ikram eden gencin bu isteğini, kendisini sırtından bıçaklamasın diye her seferinde kabul ederek, bir dikleyişte içer. Sonrasında aşırı alkol yüzünden komaya girer, ateşler ve kabuslarla dolu günler geçirir. O günden sonra içkiden nefret eder ve uzun yıllar ağzına içki sürmez. Ama gün gelir Barleycorn’la yolu yine çakışır ve her köşe başında karşısına çıkan John Barleycorn’dan kaçış olmadığını anlar.

Publar, Jack London’ın çocukluğunun vazgeçilmez mekanlarıdır. O yerler, evlerinin yavan sofrasında hiç görmediği değişik ve cazip yiyecekleri bulunduran, kapısını her daim gelenlere açık tutan, dostlukların kurulduğu sıcak yerlerdir. 

London, cesur, canlı ve  maceracı, bir mizaca sahiptir. Gençlik yıllarında, kadınların sıkıcı ortamlarından, publar sayesinde kurtulduğunu anlatır. Macerayı ve değişik insanları hep publarda tanıdığını söyler. Ne zaman parasız kalsa; kefilsiz, faizsiz pub sahiplerinden borç aldığını, para kazanmaya başladığında, borçlarını faiziyle ödediği bu iyi insanlara hep minnettarlık duyduğunu belirtir.

Yedi yaşında iken babası ile gittiği yol üstündeki bir barda, “kendisine şurup ve meyve suyu karışımından oluşan tatlı bir içecek hazırlayıp ikram eden, bunun içinde babasından ayrıca para almayan barmeni, hayatı boyunca hiç unutmaz ve ona taptığını anlatır.

Sıkılgan bir genç olan yazar, içtiği zaman konuşkan, kolay dostluk kuran birine dönüşür. Uyumlu kişiliği, cesareti, içkiye dayanıklılığı, sonradan edindiği cömertliği, çevresinde beğenilen ve sevilen bir genç olmasını sağlar. Oakland Rıhtımında “İstiridye Avcılarının Prensi” olarak anılır.

İçki ısmarlamanın da, ikramı kabul etmenin de, pubda veresiye yazdırmanın da usta içkici ve erkek olmanın göstergeleri olduğunu söyler. “İstiridye Avcılarının Prensi” unvanını, denizcilikteki başarısından daha fazla, bu özellikleriyle hak ettiğine dikkat çeker.

Jack London, zekasının çevresindeki bir çok insandan ve ortalamadan yüksek olduğuna değinir. Hayal gücünün ve maceracı kişiliğinin, onu hep farklı arayışlara yönelttiğinden söz eder. Çocukluğundan itibaren kitap okumaya çok düşkün olan anlatıcı kahramanımız, hep yazar olmayı hayal eder. Hırsı, gayreti, azmi, zekası ve gözlemciliği sayesinde, Amerikan edebiyatının en tanınmış yazarları arasına girmeyi başarır ve döneminin en çok kazanan romancıları arasında yer alır.

Yazar, John Barleycorn’u ikinci kişiliği olarak görür; ayıkken söyleyemediklerini, tüm çıplaklığıyla Barleycorn’un ona söylettirdiğini, ayıkken yapmaya cesaret edemediklerini ise sarhoşken onun yaptırdığını iddia eder.

Barleycorn’un, bir yandan doğruları söylerken, diğer yandan ölüm oyunları oynadığını; hiç akıllarında yokken, sarhoşları intihara sürüklediğini anlatır.

İki kez çocukken, bir çok kez de gençliğinde, John Barleycorn’un oyunlarıyla karşılaşır. Bir gece sarhoşken, ayağı kayıp denize düşer ve akıntıya kapılır. Uzun süre denizde sürüklendikten sonra, boğulmak üzere iken tesadüfen oradan geçen Bir Yunan denizci tarafından görülüp kurtarılır.

Yazar, yaşadığı çevrede erkeklik onayının, dostluk ve macera yolunun publar ve John barleycorn’dan geçtiğine vurgu yapar. İyi kalpli, canlı, maceraperest insanların çoğunun, John Barleycorn’la dost olduğunu ve onlarla da ancak publarda tanışıldığını söyler.  

Jack London roman boyunca sıklıkla, John Barleycorn’a organik bir istek duymadığını, tadından hoşlanmadığını, onu zihinsel olarak sağladığı zevkler nedeniyle istediğini, her zaman şekerin tadını içkiye tercih ettiğini açıklar. Fakat bunun bilinmesinin utanç verici olduğunu düşündüğünden, şekeri hep gizli gizli yemeyi tercih eder. Bünyesinin fazla içki içmeye dayanıklı olması ile de hep gurur duyar.

Yazar kendisini anlatırken, “Her zaman aşırıya kaçan bir mizaca sahibim,” der. Bunu da davranışlarıyla, roman boyunca bize gösterir: Üniversiteye girebilmek için aylarca günde on dokuz saat çalışır, çocuk yaşta işçi olarak girdiği fabrikalarda on sekiz saati bulan mesailere kalır. Kitap okurken ve yazılarını yazarken de çok uzun saatler harcar.

         Maceracı kişiliği ve gezgin ruhu ona, dünyanın pek çok ülkesine seyahat etmesinin yolunu açar. İyi bir yüzücü ve denizci olan London, deniz yolculuklarını ve tekneleri de çok sever. Gidip, gördüğü yerlerdeki deneyimleri; eserlerindeki konu, karakter ve mekanların kurgularına da ilham olur.

Yoksul bir ailede doğup, çocukluğundan itibaren hep ağır işlerde çalışır.Vasıfsız insanların, beden gücüyle çalışanların iş hayatında hiç bir gelişme kaydedemeyeceğine inanır: Bu yüzden bilgi ve kültürünü zenginleştirip, zihinsel yeteneklerini kullanmaya karar verir. Kişisel gelişimini sağlayıp, çok sevdiği yazarlığı meslek olarak seçer.

Jack London iç disiplini ve kuralları olan bir kişiliğe sahiptir. Her sabah 00.4.00 ya da 00.5.00’de kalkıp, düzeltilecek yazılarını saat  00.8.00’e kadar hazırlar. 00.9.00 -00.11.00 arası ise her gün bin kelime yazar. Yolculukları sırasında, hastalığında bile bin kelime yazma işini aksatmaz. “Ay Vadi’sindeki Çiftliği”nde yaşadığı günlerde ise sabah bin kelime yazmayı tamamlamadan, ağzına bir bardak içki sürmez. Bence yazarlıktaki başarısının en önemli göstergelerinden birisi, bu düzenli ve planlı çalışma disiplinidir. Yardımsever bir kişiliğe sahip olan Jack London, başarılı ve tanınmış bir yazar olup, iyi kazançlar elde edince, çevresindekilere de yardım elini uzatır.

Yazarın “ Beyaz Mantık” dediği, John Barleycorn’un düşüncelerini anlatan iç sesi, ona hayatın anlamsızlığını fısıldamaya başlar. Bu sesi dinledikçe bunaltıya sürüklenir ve yaşama arzusunu kaybeder, aylar süren bir kötümserlik hastalığına tutulur. Bu, John Barleycorn’un ona sağladığı dostluk, macera, neşe gibi hizmetlere karşı aldığı bedeldir. John Barleycorn, onun koluna giren herkesten er ya da geç mutlaka bu bedeli alır. Yazar, yavaş yavaş bu bunalımdan sıyrılıp, normal yaşantısına döner, “Beyaz Mantığı” da susturup, derin bir uykuya yatırır.

Yirmi yıllık bir ahbaplık sonunda, alkolün onu neşelendiren, çakırkeyif yapan etkisini yakalayabilmek için her geçen gün daha fazla içmesi gerektiğinin farkına varır ve o zaman alkolikliğe doğru ilerlediğini anlar.

 “ Kendi kendime on bin kere tekrarladığım soru- neden içiyordum? Niçin ihtiyacım vardı? Çok mutlu olduğum için mi? Çok güçlü olduğum için mi?  Çok fazla mı canlılığa sahiptim? Neden içtiğimi bilmiyorum. Uzun yıllar boyunca John Barleycorn’la iç içe yaşamıştık. Solak bir insan uzun bir denemeden sonra, sağ elini kullanabilir. Alkolik olmayan ben, uzun denemeler sonunda alkolik mi olmuştum?”

Karısı Charmian, onun bir ayyaş olmadığını sadece uzun yıllar birlikte olmaktan kaynaklanan alışkın bir içici olduğunu, gelecek nesillere onu anlatması ve tanıtması gerektiğini söyleyerek adının da “Alkoliğin Anıları” olmasını ister  ve bu roman yazılır.

 “Beni yeryüzünde bugüne kadar yaşatan şeyin hak etmediğim şansım olduğunu söyleyebilirim; geniş omuzlarım ve bünyemin şansı.” İnsanın karakterinin ve vücudunun şekillendiği on beş ile on yedi yaşlarım arasında benim dayandığım ağır içki baskısına çok az gencin dayanabileceğini söylemeye cüret ediyorum. Çok az insan benim yetişkinlik yıllarımda yaptığım gibi alkolün üstesinden gelebilir ve bunun hikayesini anlatabilecek kadar yaşayabilirdi. Ben hayatta kalırken, benim kadar talihli olmayan başkalarının bu uzun kederli yolda ölüp gittiklerini gördüm.” (s.258) “

“Eski kanlı savaşlardan sağ kurtulan birinin “Artık savaş olmasın!” diye bağırması gibi ben de “Artık gençlerimizin, zehirle bu savaşları son bulsun!” diye haykırıyorum. “Savaşı durdurmanın yolu onu durdurmaktır.” Kolay elde edilebilir ve ulaşılabilir bir şey olduğu sürece devam edecektir, hepsi bu.” “

“Çocuklarımızın yok olmaması için arseniği, striknini, tifo ve verem mikroplarını büyük bir başarıyla ortadan kaldırdık. John Barleycorn’a da aynı şekilde davranın. Durdurun onu. Ruhsat verilmiş ve yasal olarak, ortalıkta dolaşıp, gençliğimizi avlamasına izin vermeyin. Ben alkolikler için yazmıyorum; yeni doğmuş ya da doğmakta olan sağlıklı normal çocuklarımız için yazıyorum. Bu yüzden kadınların oy kullanması yönünde oy kullandım.Çünkü gelecek kuşakların karılarının ve annelerinin John Barleycorn’un varoluşunu  sonlandırmak ve onu yitip giden vahşiliğimizin tarihsel hapishanesine geri göndermek üzere oy kullanacaklarını biliyorum. Kadınlar, ırkın gerçek koruyucularıdır. Erkekler savurgan, maceracı ve kumarbazdır. Sonunda onları kadınları kurtarır. İnsanın kimyada yaptığı ilk deney, alkol yapmak olmuştu, o gün bugündür de kuşaklar boyunca, içki yapıp içiyorlar. Herhangi bir toplumda oy hakkı elde ettikleri an yapacakları ilk iş pubları kapatmak olacaktır.”

Romanda; pupların Amerikan erkeklerinin hayatında büyük bir yer tuttuğunu ve önemli bir ekonomik sektör oluşturdunu da görüyoruz. John Barleycorn, Amerika’da tüm içkilerin genel adı olarak kullanılan bir tabir olmuştur.

Çağdaş eleştirmenler, Jack London’ın sosyolojik gözlem yeteneğinin gücünü de kanıtladığı “Bir Alkoliğin Anıları”romanını, bir  alkolik klasiği olarak  nitelemişlerdir.

London, içkinin yasaklandığı güzel günler geldiğinde, gençlerin ona bulaşmadan çok daha mutlu, sağlıklı ve üretken bir yaşam süreceklerine inandığını söyler. 

Jack London’ın “Bir Alkoliğin Anıları”nı 1913 yılında kaleme almasının üzerinden geçen yüz üç yılda, ne içkinin erkek dünyasında temsil ettiği anlamlar, ne erkeklerin içkiye yakınlıkları ne de kadınların erkeklerin içmelerine olumsuz bakışlarında  bir değişiklik olmamış gibi görünüyor.

         “John Barleycorn’un köleleri talihleri iyi giderse içerler. Talihleri kötü gittiğinde de güzel bir gelecek umuduyla içerler. İşleri kötü gitmişse, bu sefer de bunu unutmak için içerler. Bir dostlarına mı rastladılar, içerler. Bir dostlarıyla kavga edip, onu kaybederlerse içerler. Aşkları başarıyla taçlanmışsa, o kadar mutlu olurlar ki, içmeleri gerekir. Aşkları reddedilirse, üzüntüden içerler. Yapacak bir işleri yoksa, yine içerler, çünkü yeterince içtikten sonra, beyinlerinde kurtların dolaşmaya başlayacağını ve yapacak bir sürü iş bulacaklarını kesinlikle bilirler. Ayık oldukları zaman içmek isterler; içtiklerinde daha çok içmek isterler.”

         Alkolün ve alkolizme doğru ilerleyişin dramatize edilmeden iyi ve kötü yanlarıyla anlatıldığı eseri okurken ve incelemesini yaparken, yazarın  anlatış maharetinden olsa gerek, John Barleycorn’un çağıran sesinin ardına düşüp, bir bira açıp, bardağa doldururken çıkardığı lıkırtı, köpük ve  buz gibi tadı eşliğinde, bir asır ileriden Jack London ve hala varlığını sürdüren John Barleycorn’un şerefine kadeh kaldırdım.

Not; Pub’ın Türkçede karşılıkları meyhane ve bar sözcükleri olsa da, Çevirmen Osman Çakmakçı kitapta barı; içki hazırlanan ve sunulan özel bölüm olarak anlatmış. Meyhanenin de, daha geniş bir anlamı olsa gerek. Bu kadar yetkin bir çevirmen eserde pub’ı olduğu gibi bırakıyorsa, vardır bir bildiği, ben de öyle bıraktım.

Nurdane Özdemir Sağkan

30 Mart 2016 – ANKARA

Kaynaklar:

1. Jack London, Bir Alkoliğin Anıları, İstanbul, ALFA, 2015.

2. Cem Yılmaz Budan,  Jack London Romanları Üzerine Bir İnceleme, Edirne, Trakya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 2011.

3. Aslı Uçar, Teselliyi Eşyada Aramak:Türkçe Romanda Nesneler, Bilkent Üniversitesi, Türk Edebiyatı Bölümü Doktora Tezi, 2012.

4. Mehmet Kaygana, “Acımak Romanı” üzerine bir tahlil denemesi, Sosyal Bilimler Dergisi.

İlginizi Çekebilir

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir