ESARET ve SABAHATTİN ALİ

 ESARET ve SABAHATTİN ALİ

1907’de Bulgaristan sınırları içindeki Gümülcine’de doğan  Sabahattin Ali, İlkokulu Edremit’te okudu. Sonra Balıkesir Öğretmen Okulu’na devam etti.

1927 yılında İstanbul Öğretmen Okulu’nu bitirdi, Yozgat’ta bir yıl öğretmenlik yaptıktan sonra, 1928’de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Almanya’ya gönderildi. Sabahattin Ali’nin Almanya’ya giderken aldığı Upton Sinclair’in Petrolium  adlı romanı, “sol” ve “toplumsal konular”a yönelişinde önemli bir etken oldu.

Sabahattin Ali’yi, Almanya yolculuğu için garda uğurlayan iki arkadaşı vardı; biri ölümüne değin çok sevdiği Pertev Naili Boratav, diğeri ise, ileride yolları ayrılıp mahkemelik olacağı Nihal Atsız. Almanya’dayken, 1929 ekonomik bunalımının dünyayı sarstığı dönemde, bir Alman genci “Bu parazit Türkleri buradan kovmalı,” der. Sabahattin sinirlenir, “Biz sizin hükümetinize hükümetimiz tarafından verilen parayla okuyoruz,  sözlerini geri al,” diye bağırır. Alman öğrenci “Almıyorum,” deyince, Sabahattin gencin suratına bir tokat patlatır. Okul müdüriyeti aldığı kararla, durumu Türkiye başkonsolosluğuna bildirir ve Sabahattin ülkesine geri gönderilir.

Sabahattin Almanya dönüşü Aydın’a Almanca öğretmeni olarak atandı. Komünistlik propogandası yapmakla suçlanarak, Aydın hapishanesinde üç ay yattı. Kuyucaklı Yusuf romanının kahramanı Yusuf’u da burda tanıdı. Hapisten çıkınca Aydın’dan Konya’ya sürüldü. Burada Kuyucaklı Yusuf romanı Yeni Anadolu gazetesinde tefrika edilmeye başladı. İstediği parayı vermeyen gazete patronu Cemal Kutay’la araları açıldı, Ali de tefrikayı kesti. Bu durum karşısında Kutay, Sabahattin Ali’yi Atatürk’e hakaret eden hicivli bir manzume okuduğu gerekçesiyle ihbar etti. Bunun üzerine Ali, 26 Aralık 1932’de gözaltına alınarak bir yıl cezayla Konya hapishanesine gönderildi, beş ay sonra da Sinop hapishanesine sürüldü.

“Başın Öne eğilmesin/ Aldırma gönül aldırma/ Ağladığın görülmesin/ Ağlama gönül ağlama” dizeleri orada yazıldı. Çaydanlık, Katil Osman, Kazlar öyküleri de Sinop’da  yazıldı. Cumhuriyetin onuncu yıldönümü olan 29 Ekim 1933’de çıkarılan afla serbest bırakıldı.

Sabahattin Ali, Ankara’da Hasan Ali Yücel’e giderek, kendisine bir görev verilmesi için Milli Eğitim Bakanı Hikmet Bayur’la görüşmesini rica etti. Bu görev için, kendisinden Atatürk için bir şiir yazması istendi. Ali de, “Benim Aşkım” şiirini yazdı: “Gönlümü verdim Ulu Gazi’ye / Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor…” diye süren bu şiir 15 Ocak 1934 tarihli Varlık dergisinde yayımlandı.

Sabahattin Ali’nin, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Mim Uykusuz’la birlikte çıkardıkları Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa… dergilerinde dile getirdikleri siyasi tavır, İktidarın şimşeklerini üzerine çekti. Markopaşa’daki yazılarından dolayı Aziz Nesin’le birlikte gözaltına alındı, Markopaşa kapatıldı, akabinde Merhum Paşa çıkarıldı.

1935-1945 dönemi Sabahattin Ali’nin en verimli dönemidir. 3 Nisan 1939’da İçimizdeki Şeytan romanı Ulus gazetesinde tefrikaya başladı. Romandaki karakterlerin; Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Abdülkadir İnan, İsmet Şerif, Mükrimin Halil, Peyami Safa gibi tanınmış kişiler olduğu konuşuldu. Tefrikadan dokuz ay sonra Remzi Kitabevi tarafından basıldı.                                                                                                                                                 

Sabahattin Ali ikinci kez askerliğe çağrılıp Büyükdere’de görevlendirildi ve Kürk Mantolu Madonna’yı yazmaya başladı. Roman Hakikat gazetesinde tefrika edildi. Kuyucaklı Yusuf ise Tan gazetesinde iki ay tefrika edildikten sonra 21 Ocak 1937’de kitaplaştı.    Sabahattin Ali, aydın kimliği ve muhalif  kişiliğiyle, halkının özgürlüğü için dönemin siyasi ortamıylasürekli savaşım içindeydi. Yazdıkları kimi çevrelerin çıkarlarına dokunuyor, susturulmak isteniyordu. O, peş peşe yayımladığı öykü ve romanlarındaki toplumsal eleştiriler, özellikle “İçimizdeki Şeytan”da  Turancılara karşı yönelttiği eleştirilerle bu kesimi oldukça rahatsız etti.

Sabahattin Ali baskılardan uzun hapis dönemlerinden iyice bunalmıştı. Fransa’ya gitmeyi düşünerek, pasaport başvurusu yaptı fakat  alamadı. Eşini ve küçük kızı Filiz’i özlüyor, polis takibinden kurtulmak için saklanıyor, dostlarından Rasih Nuri İleri’nin Nişantaşı’ndaki evinde kalıyor, okuyor, yeşil mürekkepli kalemiyle not alıyor yalnızca geceleri sokağa çıkıyordu,“Sırça Köşk”ü burada yazdı.

Tüm baskılara, acılara, ailesinden ayrı kalmaya, işsizliğe, parasızlığa direndi, yaşama umudunu hiç kaybetmedi. Sorgulama, gözaltı ve hapis günlerinde de öykü, şiir ve roman yazmayı bırakmadı. Kırk bir yıllık kısa yaşamında hiç durmadı: Öğretmenlik, çevirmenlik dramaturgluk, yazarlık, şairlik  hep sürdürdüğü işleriydi.

“Yar olmadı bana devir, 

Her günüm bir başka zehir                   

Hapishanelerde demir

Parmaklıklara sarıldım”

O bize, yazmanın, yaşamının her zaman her yerde, her şartta yapılabildiğini gösterdi..

Sabahattin Ali  bir yazar ve fikir adamı olarak özgürlük için verdiği mücadele kadar, esaretle de mücadele etti. Birbirine zıt bu iki kavramla, ömrünce bir arada yaşamak zorunda kaldı. Parmaklıklar arasından da düşünceleri ve  hayalleri yeşil mürekkebinin ucundan beyaz nehirlere aktı, özgürlük; şiir, öykü, roman satırlarında gökyüzüne süzülen bir kuş oldu. Duvarların arkasındaki dağların zirvesi, rüzgarın nefesi oldu.

Hasan Ali Yücel dönemin Milli Eğitim Bakanı olduğunda,  eğitim reformlarını başlattı. Köy enstitüleri kuruldu, büyük eğitimci Tonguç eğitim seferberliğine başladı. Bu dönemde Sabahattin Ali de tiyatro oyunları ve çeşitli etkinlikler için Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne gidip geldi.

Nihal Atsız Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na, Devlet Konservatuvarı öğretmeni Sabahattin Ali’yi komünist olduğu gerekçesiyle ihbar etti. Onunla birlikte Pertev Naili Boratav, Sadrettin Celal Antel, Ahmet Cevat Emre de şikayet edildi, Hasan Ali Yücel ise istifaya davet edildi. Yücel, Atsız’ın öğretmenliğini feshetti. Sonrasında sonuçlanan mahkemeyle, Atsız altı yıl beş ay hapse mahkum oldu. Sabahattin Ali, Tatbikat Sahnesi’ndeki bir oyununa giderken, Ankara Kız Lisesi civarında taş yağmuruna tutuldu. Ali, Her yerde sivil polislerce izlendi.

            Üçüncü kez Çankırı’da askere alındı.Yeni Dünya gazetesini çıkarmaya başladı. Kısa süre sonra Turancı ve İslamcı üniversite öğrencileri 4 Aralık 1945’de Tan matbaasına saldırdı. Yeni Dünya gazetesi, Görüşler dergisinin basıldığı yer, ABC ve Berrak Kitabevleri yakılıp yıkıldı. Osman Balcıgil, ‘Yeşil Mürekkep,’ adlı kitabında bu baskında Süleyman Demirel, Necmettin Erbkan, İlhan Selçuk ve Ali İhsan Göğüş’ün de olduğunu yazdı.    Nazım’ın, “Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim/ Akarsuyun/ Meyve çağında ağacın/ Serpilip gelişen hayatın düşmanı… dizelerini bu saldırıya yönelik 6 Aralık 1945’de yazdığı söylenir.

Meclis kürsüsünden Sabahattin Ali’yi kıyasıya eleştiren Cemil Sait Barlas, yazara dava açtı ve tutuklattı, Üsküdar Paşakapısı cezaevindeki Sabahattin Ali kırk yaşındaydı ve saçları bembeyazdı. Karısına, henüz üç yaşındaki Filiz’ine hasretti. Düşündüğü, sorguladığı, eleştirdiği ve yazdığı için hep suçluydu. Sabahattin Ali, koğuş arkadaşı Bulgaristan göçmeni berber Hasan ve onun tanıdığı kaçakçılık suçundan astsubaylıktan atılmış Yugoslav göçmeni Ali Ertekin’le yurtdışına kaçak yollardan çıkmak için anlaştı.

            Paşakapısı Cezaevinden dört ay sonra tahliye oldu, Nazım Hikmet’in avukatı Mehmet Ali Cimcoz’la tanışıp, bağlantı kurdu. Bu kez de hakkında “adaleti tahkir” davası açıldı, kısa süreli bir mahkumiyet daha yaşadı. Çıktıktan sonra Mehmet Ali Aybar’ın İzmir’de yayımladığı ‘Zincirli Hürriyet’te yazmaya başladı. Avukat Mehmet Ali Cimcoz’un yardımıyla, ailesiyle daha sık görüşeceğini umarak, nakliyecilik işine başladı. Cimcozun müvekkili olan ve Sabahattin Ali’nin isteği üzerine kamyonu satın almaya zor ikna edilen kadın, bu durumu İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne açıkladı.Yazarın Zincirli Hürriyet’teki “Asıl Büyük Tehlike” başlıklı yazısı tepkilere yol açtı, hükümet gazeteyi kapattı, davanın 26 Mayıs 1949’da görülmesine karar verildi.

Sabahattin Ali, yurtdışına çıkabilmek için, hapishanede tanıdığı Berber Hasan’ın Edirnekapı’daki dükkanına gitti. Yakın arkadaşı Rasih Nuri İleri ile kimi şifrelerde anlaşarak Cimcozlara ve karısı Aliye’ye birer mektup bıraktı.Yardımcısı Salih’in sürdüğü kamyonla, berber Hasan ve Ali Ertekin’in kendisini beklediği  Edirnekapı’ya gittiler. Anlaşma gereği paranın yarısı Ertekin’e verildi, kalan yarısının da yurtdışına geçtikten sonra getirilecek pusulanın doğruluğuna bakılarak, Rasih Nuri İleri tarafından ödenmesi kararlaştırıldı. Lüleburgaz’da verilen molada, Sabahattin Ali kamyon şoförünü Kırklareli’ne gönderdi. Yazar, Ali Ertekin’le yaya olarak yola devam etti, hava kararmış karşıdaki köyün ışıkları yanmıştı, görünen yerler Sazara ve Hedye idi. Ertekin, oraların Bulgar köyleri olduğunu söyledi. Yazar, Bulgaristan’da olduklarına inanarak, hazırladığı pusulayı Ertekin’e verdi akabinde Ertekin ve görevli iki adam yazara saldırarak onu etkisiz hale getirip, Kırklareli’nde karanlık bir hücreye götürdüler. Sabahattin Ali orada yoğun bir sorgulama, dayak ve işkenceye maruz bırakıldı.Yazardan alınan kart, berber Hasan’a ulaştırıldı, anlaşma gereği Rasih Nuri İleri paranın geri kalanını ödemek zorunda kaldı.

İşkencelerden sonra yazar hücreden alınıp, derdest edildiği yere götürüldü. Sabahattin Ali 1948’de kırk bir yaşındayken,  Ali Ertekin tarafından kafasına sopayla vurularak İspanyol oyun yazarı ve şair Federico Garcia Lorca gibi insanlık dışı bir şekildeöldürüldü. Bir aydın edebiyatçının kafasına vurula vurula öldürülmesinin utancı ve acısı hiç unutulmayacak.

“Göklerde kartal gibiydim

Kanatlarımdan vuruldum

Mor çiçekli dal gibiydim

Bahar Vaktinde kırıldım”

28 Mart 1948 günü İstanbul’dan ayrılan Sabahattin Ali’nin cesedini, 16 Haziran 1948’de Kırklareli Üsküp yakınlarında koyunlarını otlatan Çoban Şükrü buldu ve  jandarmaya ihbar etti. Soruşturmayı genişleten polis, Bulgaristan’a adam kaçırmadan sabıkalı Ali Ertekin’i yakaladı. Ali Ertekin, Sabahattin Ali’yi vatan haini olarak gördüğü için, “milli hisleri”nin etkisi altında öldürdüğünü itiraf etti. Ali Ertekin’in mahkeme sırasında “Milli İstihbaratın” elemanı olduğu da ortaya çıktı, hafifletici sebeplerle, dört yıllık ceza ile kurtarıldı.”

Sabahattin Ali’nin yazdıkları yazacaklarının teminatıydı. Ölümünden kısa bir süre önce arkadaşı Mediha Esenel’e: “Ankara için kafamda müthiş bir eser hazırlanıyor, bu eser Ankara’nın yaman bir eleştirisi olacak, bundan sonraki romanımın adı Ankara” diyordu. Türk edebiyatına daha nice eserler bırakabilecek böyle güçlü bir kalem, kalleşçe öldürülmeseydi hem bu romanını hem de daha sonra yazacaklarını görecektik ama olmadı… onu eserleriyle, kültür ve edebiyat tarihimizdeki onurlu yeriyle sahiplenmeli ve geleceğe taşımalıyız.

Bütün iktidarlar bu cinayetin üstünü kapattı. Zaman içinde, yazarı öldürenlerin eylemini sorgulamak isteyenlerin de önü kesildi. 70 yıl önce işlenen bu karanlık cinayete pek çok siyasi cinayet daha eklendi ve ülkemiz çok kıymetli aydınlarını birer birer kaybetti..

Alpay Kabacalı “Türkiye’de Siyasi Cinayetler” adlı yapıtında Sabahattin Ali’ye geniş yer ayırdı. Samet Ağaoğlu’nun 14 Ocak 1949’da günlüğüne yazdıklarını şöyle aktardı: “ Dün Menderes, Sabahattin Ali’nin hükümet tarafından öldürüldüğünü, hadisenin on gün kadar evvel olduğunu, hükümetin bu işi nasıl meydana çıkaracağını çok düşündüğünü, eğer geçmişte otuz üç kişinin öldürülmesi hadisesi olmasaydı, meydana çıkartmamak yolunu tutacaklarını, fakat buna imkan bulamadıklarını, bunun için de hadiseye, gazeteye yazılan şekli verdiklerini anlattı. Açılan yolun fena olduğunu söyledim. “Doğru, inşallah bununla ebediyen kapanır,” cevabını verdi. Kabacalı, bu günlüğün önemli bir tanıklık olduğunu ve bu önemli tanıklığa karşın Sabahattin Ali cinayetindeki giz perdesinin hala aydınlatılamadığını söylemekte.

Yazarın kızı Filiz Ali 1995 yılında, babasının bir mektubunda,  kendisine hitaben yazdığı “Filiz Hiç Üzülmesin” cümlesinden hareketle bu adla babasını anlatan bir kitap çıkardı. Filiz Ali, kitapta babasının ölümü üzerine şunları yazdı: “Babamı kitap okurken öldürüp (kim öldürdüyse)  Kırklareli’nin Üsküp nahiyesine bağlı Hedye köyü yoluna elli metre mesafede orman içindeki çatağa öylece bırakan katil veya katiller, aylarca sonra bulunan tanınmaz haldeki bu cesede bir mezarı bile çok gördüler. Kemikleri bir torbaya konup, oradan oraya teşhis için dolaştırıldı. Gömüldüğü yerden çıkarılarak tekrar incelendi. Sabahattin Ali’nin canını almak yetmedi, ölüsünü de rahat bırakmadılar bu gözü dönmüş vampirler ve dünyada hiç iz bırakmasın diye kemiklerini bile yok ettiler. Ama Sabahattin Ali sanki canilerin onu mezarsız bırakacaklarını çok önceden sezmiş gibi evrendeki mekanını belirlemişti çoktan ve demişti ki:

“Başım dağ, saçlarım kardır,

Deli rüzgarlarım vardır,

Ovalar bana çok dardır,

Benim meskenim dağlardır.

Onun hazin sonu, ölümünden yetmiş yıl sonra da, yazdıklarını okurken kalplerimizde, kapanmaz bir yara olarak bizi etkilemeye devam ediyor. Sabahattin Ali’nin bedeni  yersiz, yurtsuz bırakılsa da, Türk edebiyatındaki ve yüreklerimizdeki yeri ölümsüzdür.   

Yazdıklarının günümüzde de güncelliğini koruması, onun aynı zamanda evrensel bir yazar olduğunun da kanıtı. Sabahattin Ali’nin eserleri de, dünyadaki tüm güçlü yazarların kitapları gibi ölümsüzleşmiştir.

Asım Bezirci onun için şöyle diyordu: “Türk edebiyatının en başarılı birkaç kaleminden biri olan, bazı Fransız yazarlarınca Türkiye’nin Gorki’si. Çünkü Sabahattin Ali çağına ve çevresine dürüstçe, yiğitçe, ustaca tanıklık etmişti. Çünkü Sabahattin Ali uğradığı tüm saldırılara, acılara karşın inandığı yolda direnmiş, ulusunun bağımsızlık ve esenliğini, halkının özgürlük ve mutluluğunu savunmaktan geri durmamıştı.                                                                   Atilla Özkırımlı, Sabahattin Ali’ye “ yaşadığı döneme damgasını vuran bir sanatçı,” demiş. Nazım Hikmet ise Ali’yi, “Temiz ve metodlu bir edebiyat kültürüne dayanarak, en yaratıcı anlamda realist” bir yazar olarak tanımlamıştı.

Osman Balcıgil, Bir Sabahattin Ali Romanı “Yeşil mürekkep”, Destek Yayınları, İstanbul 2016

Filiz Ali, Filiz Hiç Üzülmesin, Sel Yayıncılık, İstanbul 1995         

Asım Bezirci,  Sabahattin Ali, Evrensel Basım Yayın, İstanbul 2007

Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2014

 Atilla Özkırımlı, Sabahattin Ali, Dağlar ve Rüzgar Kurbağanın serenadı, öteki şiirler, Cem Yayınevi, İstanbul, 1993.

Öner Yağcı, Sabahattin Ali Cinayeti, edebiyat Nöbeti, Mart- Nisan 2017, sayı 10

Esat Akıncı, Bir Yeni Yapıt: Yeşil Mürekkep, edebiyat nöbeti, Mart Nisan 2017, sayı 10

Nurdane Özdemir Sağkan/ 2018 Ocak/ Ankara

İlginizi Çekebilir

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir