Anneli, Kucaklaşmalı, Dışarda Bir Bayram

 Anneli, Kucaklaşmalı, Dışarda Bir Bayram

Tabiatla Haşır Neşir

Tarlada Birinci Gün17/07/2015- Ankara

Oturduğumuz yüksek binaların camlarından dışarıya bakarken, fanus içindeki balıklar gibiyiz. Dört duvarlı odalarımızda yaşam sürüyoruz. İş, alışveriş, tanıdık ziyaretleri hep iç mekanlarda gerçekleşiyor.

Böyle yaşamaya o kadar alışmışız ki, gönüllü hapsetmişiz kendimizi, kapatmışız kapılarımızı. Cep telefonlarımız, televizyonlarımız, bilgisayarımızla birlikte…

Deniz, kum, havuz, otel tatilini de bitirdik. Bayramda Ankara’dayız. Annemle ağabeyimin bir aylık köy ziyaretleri de sona erdi. Annem de  Ankara’da.

Ağabeyim Dikili’ye tatile gidince: Gölbaşı’ndaki  tarlasındaki  meyve ağaçlarını, domates, biber ve salatalıklarını sulamak,  horoz ve  tavuklarına bakma işi de bize kaldı. Biz de bayram tatilini, tarladaki ağaç evde, doğa ile iç içe, huzurla  geçirmeye karar verdik.





On bir yaşındaki oğlum, eşim ve annemle birlikte, yola çıktık. Gölbaşı’ndaki ‘çarşı içinden’ mangallık etlerimizi, sebze, meyve ve içeceklerimizi de alıp, medeniyetin nimetlerinden uzak, tabiat ananın doğallığı içine sızdık.

Annem eline aldığı orakla, dikenleri biçme, ben taraçayı uzun saplı fırçayla süpürme, eşim ağaçları, sebzeleri sulama, oğlan da, tavukları kümesten çıkarma işine koyuldu. İki odalı evin içini temizleyip düzenlemek için saatlerce uğraştım. Akşamüstü, hepimiz iyice yorulmuş, acıkmış vaziyette, eşimin yaktığı mangalın etrafına toplandık. Açık havada iştahımız iyice açıldı, yemek sonrası küçük tüpün üstünde demlediğimiz mis gibi kokan çayı da, mangal korunun üstüne koyduk. Ne yorgunluk kaldı ne başka şey….

Akşam çökerken, biraz yazı yazmak istedim, gelen telefon uzayınca, hava karardı, benim yazma işi de kaldı. Havanın kararmasıyla, sivrisinekler ortaya çıkıp, hep bir koldan saldırıya geçtiler. Biz de bir taraftan şişen kol ve bacaklarımızı kaşırken, diğer yandan odaları ilaçlayıp, havalandırdık, sonra yatmaya gittik. 

Annem bir odada, bizde ailece diğer odada kaldık. Eski kanepeler  meyilli ve oldukça rahatsızdı, manevra yaparak, sağa sola dönüp durduk. Buna rağmen, sabaha karşı bir gürültü ile uyandım, kocam yer çekiminin gücüne daha fazla direnememiş yataktan düşmüş! apar topar kalkıp, yatağa yeniden  döndü.

Bana gelince; kümesin afili beyaz horozu, ilki gece yarısı iki buçukta olmak üzere, düzenli aralıklarla uyandırarak öttü. Sesi kesilince uykuya yenik düştüm. Beyaz horozun öööörüüüüü öüüü! sesiyle yeniden uyandığımda, saat sabaha karşı dört otuzdu. “ Erken öten horozu keserler” atasözü, sanırım bunun gibi zamansız öten horozlardan muzdarip atalarımız tarafından söylenmiş. Horozun sesi ilk defa vakitlice duyulduğunda, sabah günesi çoktan doğmuştu. Bu tekrara bir son vermek üzere yataktan kalktım

Tarlada İkinci Gün18/07/2015- Ankara

Sabah erkenden, taraçadaki portatif masa, koltuk ve sandalyeleri bahçedeki erik ağacının gölgesine taşıdım.  Çaydanlığı aldım, o da ne? Çay kutusundaki çay dibinde, bir seferlik dahi demlemeye yetmez Burada olacağını düşünüp, çay almamışız. Bayramın ilk günü, yakınlarda bakkal, market yok. Arabayla gitsek bile açık bir yer bulacağımız şüpheli. Etraftaki tek tük evlerden ses gelmiyor, bayramı burada geçiren çok kimse yok gibi. Üst tarafta tanıdığım evlerden birinde çay bulurum ümidiyle bahçe kapısından çıktım. Gideceğim evin kapısı kapalı, yoklar. Karşısında; yıkılıp, yeniden yaptırılacak evin kapısı açık, bir beyefendiyle selamlaşıyoruz. Kendimi tanıtıyorum, çay bulmaya geldiğimi söylüyorum. Beyefendi, henüz yıkılmamış boşaltılan evin mutfak dolabını açıyor. Kapalı bergamot aromalı bir küçük çay orada duruyor. “Sanırım bu şimdilik ihtiyacınızı giderir” diyerek bana uzatıyor, teşekkür edip eve yöneliyorum. Bu çay gerçekten çok iyi oldu, çünkü çaysız bir kahvaltıyı düşünemiyorum. Annem ile oğlum nereden geldiğimi soruyorlar: Nöbetçi market bulup, çay aldım bakın diyerek kutuyu gösterip, takılıyorum.

Çay demleniyor, kaşar, pide, domates, salatalıkla birlikte, ağaçların altına kurduğumuz sofranın etrafında Temmuz sıcağında, ağaç gölgesinin tadını çıkararak, kahvaltımızı yapıyoruz. Annemin Hah hah hay! diye yükselen neşeli kahkahalarına biz de gülüyoruz…

Her an bir aktivite bekleyen oğlum, bahçede gönlünce su kullanmak istiyor. Karta yüklenen su sınırlı olduğu için, sulama saatleri dışında kullanmasına izin vermiyoruz, o da öfkeleniyor, eve gidelim diyor. Tavukları ve  horozu kovalayıp, bağırttırıyor…

Sonra, bahçeye çadır kuruyor, tek başına sıkılıyor. Taraçaya yanımıza taşıdığı çadırı, rüzgar uçuruyor, peşinden koşuyor. Merdivenden çıkarken, parmak arası terliği kayıyor, bileğinin üstüne düşüyor, çok canı yanıyor.

Akşamüstü, içeride biraz dinlenen eşim, çıkıp mangalı yakıyor. Her dakika canı sıkılan oğlum, babasına “ Mangalı ben yakacağım, etleri de ben pişireceğim, mısırı da ben közleyeceğim ” diyor ve mangal başına çöküyor. Babası mangal görevini oğluna devredince, elinde bir kova sirkeli su, arabasının içini ve dışını temizleyip, parlatma işine girişiyor. Bu arada oğlan, kendisinden umulmayacak bir sabır ve beceriklilikle etleri çevirerek, yakmadan pişiriyor. Etler piştikten sonra, mangalın közünde, şişe geçirdiği mısırları pişiriyor, süt mısırı çok lezzetli…

Etin kokusunu alıp, her daim gelen bal gözlü, kemik renkli kangalın da karnını doyuruyoruz. Bize minnetle bakıyor. Tavuklar ve horoz, kümesten çıkıp, bahçenin içinde özgürce dolaşıp, marul ve sebze kabuklarını yemekten mest mutlu bahçede dolaşıyorlar.

Karnımız iyice doyunca, bergamot kokulu çayı koyduğumuz çaydanlığı mangalın üstüne yerleştirip, yanında gün kurusu ve fıstıkla birlikte, tadı damağımızda içiyoruz.  Annem bizimle birlikte açık havada, toprakla, yeşillikle, ağaçla doğanın içinde olmaktan çok mutlu. O, hep etrafına neşe saçan enerji kaynağımız bizim. Ben, çaydan sonra bulaşıkları yıkıyorum, toz toprak, kırıntı dolan taraçayı, saplı fırçayla bir güzel temizliyorum.

Hava kararmadan, yeniden yazı yazmaya hevesleniyorum. Annemle oğlan, akşam serinliğinde yürüyüşe çıkıyorlar. Kocam rakısını doldurup, sigarasını yakıyor. Açık hava ve sürekli fiziksel aktivite; kapalı mekanlarda masa başından kalkmayan bize çok iyi geliyor, kendimizi ruhen daha mutlu hissediyoruz. Ağaçtan bir dut, bir elma, bir vişne koparıp ağzımıza atmak. Soğanı, naneyi toplayıp salata yapmak, keyif veriyor.

Akşam olup, sivrisinekler ziyarete gelince iş değişiyor. Yanıp sönen kalpli lambalarımızın romantik ışığı ve müziğin huzuruna  rağmen, ısırılan kol ve bacaklarımızın kaşıntısı ve sızısı bize rahat vermiyor. Çareyi içeri kaçmakta buluyoruz. Rahatsız yataklar, horozun hiç düzenini bozmadan aynı saatlerde ötüşü, karanlık çöktükten sonra, gündüz yaşadığımız zevklerin yerini cefa alıyor.

Bu gece, yine bir gürültüyle uyandım. Oğlan sessizce kanepede, oturuyor. “Ne oldu?” diye soruyorum. “Yatak düştü” diyor, neyse bugün düşen insan değil eşya. Yatağı yerden alıp, kanepenin yaylarına yeniden seriyorum, oğlanı yatırıyorum, yerime dönüp uyumaya çalışıyorum.

Gözümü açtığımda, zor geçen bir geceden yeni bir sabaha ulaşmanın sevincini yaşıyorum!

Tarlada Üçüncü Gün19/07/2015- Ankara

Uyandığımda sabah 8.30, taraça sıcağın altında, güneş ışıklarıyla parlıyor. Oğlan kalkmış, anneannesiyle bahçede. Annem, ayağımıza değen dikenleri orakla biçme işine bugün de devam ediyor, her sabah 10.00 gibi kahvaltı ediyoruz. Bahçe o saate kadar serinliğini koruyor.

Alp, tavukları çıkarıp, önlerine ekmek ufağı atmış. Gurk gurk ses çıkarıp, birbirlerinin önünden ekmek kapıp, kaçıyorlar. Seyretmesi eğlenceli bir görüntü. Bende,  kazma ile diken yolma işine giriştim.

Eşim de kalktı, ağaç diplerindeki yabani otları temizlemeye koyuldu. Ben çaydanlığa su doldurup, küçük tüpün üstüne koydum. Pideleri ızgaranın üstünde ısıtıyorum, bahçeden kopardığım yeşilliklerin yanına domates, salatalık da doğradım. Kaşar peyniriyle birlikte hazırladığım kahvaltılıkları, tepsiyle erik ağacının altına taşıdım. Demlenmiş çayı da, ağacın altına götürdüm. Artık, yeşilliğin içinde, uzun süren kahvaltı keyfine başlayabiliriz.

Bayramın son günü, akşam eve döneceğiz ama bugün öğle ve akşam yemeğini de burada yiyeceğimiz için ‘Gölbaşı çarşı içine’ yiyecek almaya gitmemiz gerekiyor zira her şey tükendi, çayımızı demleyip, yemeğimizi ısıttığımız küçük tüpte bitti, onu da doldurmamız gerek. Kahvaltıdan sonra, annemi bahçede bırakıp, alışverişe çıktık. Gölbaşı bir nevi Ankara’nın sayfiye yeri ve bayramın üçüncü günü bütün dükkanlar açılmış.

İlk uğradığımız yer büyük fırın; baba oğul, ellerini ekmek ve pideyle doldurmuş geliyorlar. Sonra tüpçüye uğruyoruz boşu verip, dolusunu alıyoruz. En son markete uğruyoruz. Bugün mangal yok, amele sofrası kuracağız, benim en sevdiğim yemek şekli; kavun- karpuz, üzüm, peynir ve tabii ki yanında çay…

Döndüğümüzde saat 14.00 suları, hava çok sıcak, tarla güneş içinde, taraça gölgede. Hep birlikte oturuyoruz, ben salıncakta, onlar koltukta, Alp yine vızıldamaya başladı, “Ben bilgisayara bakmak istiyorum” diye, gideceğini biliyor ya! çabuklaştırma peşinde ama biz akşamüstü bahçeyi de sulayıp, öyle ayrılacağız..

Saat 17.00 gibi ağaçları sulamak için hortumu çeşmeye takıyoruz. Güneş, henüz yoğunluğunu kaybetmedi, oğlum bahçenin bir köşesine kilimi atıp oturdu, elinde hortum, domates fidelerini suluyor. Gölgeye geç uyarılarımıza her zamanki gibi kulakları tıkalı. Ayakları, üstü başı, kilim çamur içinde ama umurunda değil, türkü söyleyip, sulamaya devam ediyor.

Ben çaydanlığı doldurup, tüpün üstüne koydum, annem ot biçme işine başladı bile…Alp, çamurdan gözükmez hale gelince, kilimini toplayıp kalkıyor, sulama işini de babasına devrediyor. Saat 19.00 civarı, hava serinledi, rüzgar esiyor, ben kavunu kestim, üzümü yıkadım, salatalık, domates, peynir doğradım, çay da demlendi, hepimiz taraçada sofranın başına geçtik, kuzu çevirme olsa bu kadar lezzetli gelmez

Yemek sonrası annemle, oğlum tarladan ayrılmadan önce son kez yürüyüşe çıkıyorlar. Eşim sulama işini bitirmeye çalışırken, ben de hızla ortalığı topluyor, bardakları  yıkıyorum. Eşyalarımızı da bagaja yerleştirdim, artık gitmeye hazırız. Annemle, oğlum da yürüyüşten geldi, kapıları kilitleyip yola koyulduk. Önce Dikmen’e uğrayıp annemi bıraktık, sonra evimize döndük. Çamurlu kıyafetleri çamaşır makinesine atıp, banyo sırasına girip temizlendik mi yorgunluğumuz da bitti demektir.

Birkaç sivrisinek ısırığı, biraz uykusuzluk, biraz yorgunluk yaşasak da; Kalabalıktan, televizyon ve bilgisayardan uzak kaldık. Temiz havada, doğanın içinde; toprağın, yeşilin ve ağaçların arasında sessiz, huzurlu, hareketli, çok güzel bir üç günlük bayram tatili geçirdik….

Biz memnun kaldık, sizler de sağlıkla kalın…..

Nurdane Özdemir Sağkan

20/07/2015- Ankara

İlginizi Çekebilir

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir